KREMATORYUM

25 Haziran 2009 Perşembe

AN GELİR... İRAN'DA SEÇİM OLUR...

Genel oy ilkesi; servet, vergi, öğrenim durumu, ırk ve cinsiyet ayrımı olmadan, belli bir yaşa ulaşmış herkesin oy hakkına sahip olması, diye tarif edilir. Ve bu aşamaya gelinmesi hiç de kolay olmamıştır.

Yalnızca mülk sahibi erkeklerin oy kullanabildiği seçimlerden, gelinen son aşamaya, yani kadınların seçimlere katılmalarına kadar olan süreci İngiltere 1928, Türkiye 1934, Fransa 1944, İsviçre ise 1971’de tamamlamıştır. Kadınların da seçimlere katılmalarından sonra süreç durmamış, yeni yasa ve uygulamalarla ilerleme sağlanmıştır. Ancak genel olarak, belirtilen yıllarda genel oy ilkesi ülkelerde geçerli olmaya başlamıştır. Genel oy ilkesinin temel olarak, ayrımsız seçme - seçilme hakkı olduğunu belirtmek gerekir. Ancak günümüzde bu ilke yan öğelerle beslenmiş ve tek başına bu tanımıyla anılmaz hale gelmiştir.

Genel oy ilkesinin ardından alınan en büyük yol, şüphesiz seçim sonrasında yaşananların çözüme kavuşturulabilir kılınmasıdır. Yani bir seçmen ya da aday seçim sonucunda olası bir usulsüzlük ve şüphe sonucunda yargı yoluna gidebilir ve söz konusu iddia sonuca ulaşıncaya kadar farklı kademelerde hakkını arayabilir.

İster seçen, ister seçilen olsun herkes kullanılan bir oyun değerine inanır. Seçmenler seçme özgürlüğünü kullanmanın ve sistemin işleyişinde ya da değiştirilmesinde katkı sağlamanın verdiği aidiyet duygusuyla; adaylar ise bir kitleye hitap etmenin sonucunu almak isteğiyle seçimin tamamlanmasını beklerler. Genel oy ilkesinin ve ardılı demokrasi ilkelerinin geçerli olduğu toplumlarda sonucun usule uygun olması durumunda her kesim siyasi yaşamına kaldığı yerden devam eder. Usulün çiğnendiği durumlardaysa herkes bilir ki bu sorunun aşılabileceği kademeler vardır. Bir kişi şikayetini tarafsız, bağımsız kademelere iletebilir ve burada usulsüzlük ispatlanırsa işlem seçimin yenilenmesine kadar gidebilir.

Peki, ya genel oy ilkesi ve demokrasi düzgün işlemiyorsa?

Burası da Türkiye üstelik, yerelinden geneline, erkenine kadar seçimler diyarı…

Her seçimde bitmek bilmeyen tartışmalar, kayıp oylar, karıştırılan ve içinden oy pusulaları çıkan çöp kutuları ve ‘Sayın’la söze başlayıp, nasıl tamamlayacağını bilmeden, giderek çirkinleşen adaylar…

Seçim dönemleri dışında yaşadığımız her anına şükrettiğimiz, seçim zamanı ise her saniyemizi kahrederek geçirdiğimiz memleketin içindeyken nelere sahip olduğumuzu görmekte zorlanıyormuşuz, bunu komşulara bakınca anlıyor insan.

Amacım örnek alınası, ya da kötünün haliyle avunup eldekine tapınılası bir durumdan bahsetmek değil elbette, ama birazcık da çevremizdeki beterlere göz atmakta bir sakınca yoktur sanırım. Çünkü etraf kötünün iyilerinden geçtim, beterin beterleriyle dolu.

Mekan: İran

Yönetmen: Ahmedinejad ve yandaşlarına göre tamamen şeytan (!) ABD destekli ajanlar, bana göreyse tam olarak Ahmedinejad.

Oyuncular: Muhalif Lider Musavi, Muhafazakar Lider Ahmedinejad, iki tarafın yandaşları ve can alıcı performanslarıyla sistemin molla ve vaizleri.

Sözlerine inanır ya da inanmazsınız, seçimler adil olsa bile seçilir ya da seçilmez, ama her ne olursa olsun bir oy bile alsa Musavi’nin varlığı muhalefetin varlığı için değerlidir ve adil bir şekilde seçimlere girme ve sonuçlarını görme hakkı vardır.

Çöplerde bir iki oy pusulası bulunduğunda, bir hafta sonra bir şey hatırlamayacak olsa da, ortalığı birbirine katar milletim. Düşünün ki İran’da kayıp oyların sayısı milyonlarla anılıyor. Ve seçimlerin kıyıma dönüşmeye başladığını gören hiçbir “seçilmiş” duruma müdahale etmiyor. Aksine bunun üzerinden siyasetini devam ettirip, bir sonraki seçime yatırım yapıyor. Ortalığı sakinleştirmek de muhafazakar ve iktidarın hali hazırdaki sahibi olduğu için koşulsuz haklı olduğuna inanan, ya da gücün inanıyormuş gibi yapmaya zorladığı ve ağzından çıkacak her söz emir niteliğinde değerlendirilen mollalara ve din adamlarına kalıyor.

“Seçimler adildir, hiçbir usulsüzlük olmamıştır ve dünya İslami Demokrasi’nin zaferine tanık olmuştur” martavalları kimseyi inandırmıyor ve oy kullanan insanlar kendilerini aldatılmış hissediyorlar.

Muhalefetin var olmasının verdiği bir coşku, tarihe geçecek bir seçim katılımı – bu elbette ki insanların değiştirebileceklerine inanmaya başlamalarından ve denemek istemelerinden ileri geliyor – demokrasi hezimetiyle sonuçlanan bir seçim, beter bir seçim sonucu teyidi ve değiştirebileceğine inananların dökülen kanları... İşte takdire şayan İran demokrasisi!

İtiraz hakkı?

Elbette var. Mollalardan oluşmuş cafcaflı isimleri olan kurullar ve en baştan sonucunun ne olacağı belli olan kararlar.

Bu kararı neye dayanarak verdiler?

Bilmiyoruz. İran halkı da bilmiyor.

Örneklemler neye göre seçildi, daha geniş bir ölçek kullanılsa daha sağlıklı bir sonuç çıkmaz mıydı?

Elbette çıkardı ama o zaman insanları uyutmak biraz daha güçleşirdi.

Peki bu karara da itiraz edebileceğimiz bir yer yok mu?

Bildiğim kadarıyla yok, olsa bile bunun sonuca, demokrasiye, hatta ileri demokrasiden geçtim, en temel insan haklarına bile bir faydası yok.

Övünülesi bir sisteme ve demokrasi anlayışına sahip olmasak da, içinde bulunduğumuz süreçte en kötü durumda olduğumuzu düşünsek de, zaman zaman sahtekarlığın, yolsuzluğun, siyasi lincin sadece bizde olduğu fikrine kapılsak da daha kötüsü olduğunu bilmek ve birebir tanık olmak -belki kulağa kötü geliyor ama- insanı bir parça da olsa rahatlatıyor. Ve bu manzara bize; nelerden uzak durmamız gerektiğini, bir adım sonrasında neye dönüşebileceğimizi, dolayısıyla yönümüzü nereye döneceğimizi gösteriyor.