KREMATORYUM

1 Ekim 2009 Perşembe

BU ŞEHİR ARKANDAN GELECEKTİR

Hayalleri erteleme ülkesinin ertelenmiş bir şehri burası…

Devrin para babalarının sadece zevk-ü sefasına ev sahipliği yapmış ve sonrasında da tüm çıplaklığı, büyüklüğüyle ters orantılı medeniyeti ve yoksunluklarıyla ortada kalmış bir yerde, terk etmek fikrinden uzak kalmaya çalışarak akil bir şekilde hayatta kalmayı sürdürmek…

Pek çoğumuz rastlamışızdır bir başka şehirden biriyle tanışma sırasında nereli olduğumuzu söylediğimizde karşılaşılan tepkiye. Ne yazık ki ortam, aslına uygun olmayan kötü görüntülerin ve bize ait olmayan yaftaların ortadan kaldırılmasına destek olmaktan çok yapıştırılan her olumsuzluğun üzerimize daha da çok yakışmasına yataklık etmeye devam ediyor.

Büyüklüğü ve şehirleşmeye başlama zamanı bizden her koşulda daha da geride olan şehirlerin bugün nasıl da serpildiklerine, yönlerini tayin edip ne şekilde ilerleyeceklerini ellerinden geldiğince belirlediklerine ve bir adım ötesinde nasıl da kent olabildiklerine tanık oluyoruz.

Sözcüklerin çok karamsar göründüklerinin farkındayım ama ne yazık ki,

İki milyonun eteklerine varmış nüfusuyla – hala biri belediye meclis toplantılarına, parti kongrelerine vs ev sahipliği yapma vasfından bir türlü kurtulamamış – toplamda iki adet kapalı ve büyük sayılabilecek tiyatro salonuna sahip bir “kent” ve bu gidişata sesini gerektiği yerde bir türlü çıkaramamış bir “kentli”den;

Bir şehri yönetmenin sadece ortasında kocaman havuzlar ve fıskiyeli toplar bulunan büyük kavşaklar yapmak ve olur olmadık yerlere ışıklandırmadan yoksun insanların dinlenme alanları olmaktan uzak parklar döşemek olduğunun düşünen bir zihniyetin yıllardır koltuğuna perçinlendiği ve ne yazık ki artık herhangi bir şeyin işe yarayabileceğinden umudumu yitirdiğim bir “kent” ve zalimlikleri görüp müdahale edememek konusunda dönemlerdir üstün başarısını korumuş kendi seçim mazlumu bir “kentli”den;

Bir zamanlar şehrin dışında olarak tasarlanmış ve büyüme sonucunda tam olarak şehrin merkezinde kalmış olan stadı yıkarak yerine bir kenti kent yapan en büyük simgelerden olan bir meydan yaratamamış bir “kent” ve önem kavramını yitireli kaç dönem olmuş sayamadığım bir “kentli”den söz ediyorum.

Etkinin tepkiyi muhakkak yarattığı gerçeğinden yola çıkarak, kentli olmak düşüncesinin öncelikle nereden başladığının bir önemi olmadığı kanısındayım. Çünkü her nereden başlanırsa başlasın – ya yerel yönetimler akraba zengin etme kurumları olmaktan vazgeçip bu kentin asıl sahiplerine hak ettikleri değeri vermeyle işe başlasın, ya da kent sakinleri seçim öncesi her şeyden şikayet edip sandıkta saçmalamayı bırakarak hak ettiklerini alabilecekleri gerçek aracıları seçmeye karar versinler fark etmez – sonuçta kazanan taraf kent ve kentli olacaktır.

Ve artık istiyorum ki uyanmak ne kadar can yakarsa yaksın, kabukları kırmak ne kadar kanatırsa kanatsın ve bir yerlere varmak süresi isterse alabildiğine belirsiz olsun; düşünmek, uygulamak, seçmek ve seçileni denetlemek bizim elimizde.

Sen Adana’sın, büyük küçük fark etmez yeter ki bir şey düşün!