KREMATORYUM

29 Aralık 2015 Salı

YİNE GEL

Rüyalarımda gel
En kafa karıştırıcı halinle

Ne demek istediğin
Neden geldiğin
Neyi amaçladığın
Bir türlü anlaşılmasın

Gel
Yık yeniden
Viran eyle
Yeni yeni üst üste koyabildiğim
Yaşam taşlarını
Az biraz yüzüme yayılmaya başlayan
İki kuruşluk gülümsemeyi de
Sök at hiç düşünmeden

Yeter ki sen iyi ol
Yerin rahat olsun
Boş ver beni

28 Aralık 2015 Pazartesi

İLK 30

Bugün tam bir ay olmuş
Koskoca bir ay
Koskoca otuz gün

Ya da kısacık
Çat diye geçen bir ay
Nasıl geçtiği bile anlaşılmayan
Küçücük otuz gün

Her gün kendi içinde bir aymış
Koca bir yılmış
Ömürden ömür çalmış gibi

Yana yana
Yaka yaka
Kanaya kanaya
Ve kanata kanata
Biteceği günü
İple çeke çeke
Geçireceğim onlarca ay
Onlarca otuz gün de cabası

24 Aralık 2015 Perşembe

HİÇ

Baksan insanlar
Hem de hepsi
Etleri öyle gösteriyor
İnsanlarmış gibi

Elleri var hepsinin
Ayakları
Hatta gözleri
Kimisi bakabiliyor bile
Görüyorlar mı bilmiyorum

Bildiğim tek şey
Gözleri var
Bakıyorlar
Belki de görüyorlar
Ama hissettikleri
Ya da hissedebildikleri
Anladıkları hiçbir şey yok

Koca bir hiç var etlerinin altında
Koca bir boşluk
Derinliklerinde kaybolabileceğin
Hiçbir şey yok
Etlerinin haricinde
Bir adım ötesi yok
Bir adım öncesi olmadığı gibi

22 Aralık 2015 Salı

SAATLER

Saat: 08.36
Deliksiz bir uyku
Uzun zamandır hayal
Bölük pörçük rahatlamalarla
Hayatta kalma
Daha doğrusu
Hayata tutunma çabası

Saat: 08.39
Gözler kapanıyor
Uykudan değil
Bitkinlikten
Daha doğrusu
Tümüyle tükenmişlikten

Saat: 08.44
Kapanan gözlerden eser yok
Tekrar uyuyabilmek için
Zihinle
Benlikle
Ruhla mücadele

Saat: 08.48
Bir fincan sadece kahve ile
Geri kalan hiçbir şey olmamış
Hiç yaşanmamış gibi
Yalan yaşamın
Kalan kısımlarına devam

16 Aralık 2015 Çarşamba

LİSTE

Bırakılması gereken milyonlarca şey var belki de. Nereden başlanacağı herkese göre farklı, nerede bitirileceği de ona keza. Sigarayı bırakmak gerekir mesela kimileri için. Kimileriyse hiç başlamamıştır. Bir başkasının farklı düşkünlükleri vardır, bir diğerininse belki de hayatının önemsiz bir parçasını oluşturmaktadır. Her biri farklı zamanlarda kendilerine zarar verdiklerini düşündükleri şeyleri bırakmayı düşünür, düşünenlerin bir kısmı harekete geçmeye cesaret eder, cesaret edenlerin bir kısmı yola koyulur, yola koyulanların bir kısmı amacına ulaşır. Elden ele gezen bir kartopu gibi adım adım eriyerek sonuca varırlar.

Bırakılması gereken milyonlarca şey kişiden kişiye değişiklik gösterir, az önce dediğim gibi. Benim de kendime göre bir listem var elbet. Başlangıcını belirlediğim ama sonunu göremediğim bırakmam gereken onca yük listesi… Ya da onca kalp sancısı sebebi mi demeliydim?

Kötü bir başlangıç olacak ama benim için bırakılması gereken en önemli mesele düşünmek sanırım. Elbette tümüyle bırakmaktan, bu yetiyi tamamen kısırlaştırmaktan söz etmiyorum ama bu düşünme eyleminin makul boyutlara hatta belki de yılların yıpranmışlığı göz önünde bulundurulursa makul boyutların birazcık daha altına çekilmesinde fayda var sanırım. Zira fazla düşünenin düşündüğüyle kaldığı saçma bir ilişkiler yumağına dönüştü hayat. Düşündüğün ya farkında değil, ya da düşünmenin bir önemi yok. Tıpkı hacmi sınırlı bir kova gibi… Bir kovaya ancak alabileceği kadar su konabilir ve daha fazlasında ısrar etmek sadece üç şekilde sonuçlanır; boşuna emek harcanmıştır, ziyadesiyle su boşa akmıştır ve belki de boşa akan suya ihtiyacı olan diğer kovalar bundan mahrum kalmışlardır. Ha bir de unutmadan, kovanın bütün bu olanlardan haberi yoktur. Belki de sonuçlar arasında en acısı budur. Can acıtır. Eldeki suyu israfsız, hakkaniyetli bir şekilde mümkün olduğunca fazla kovayla buluşturmalı, hiçbirini şımartmadan, sıradan önemsiz birer kova olduklarını unutturmadan…

Bir diğerine gelince, herkes herkes değildir. Karışık oldu biraz ama Ahmet için Ahmet, Ayşe için Ayşe olarak değerlendirme yapmak gerekir. Bırakılması gereken ikinci en önemli yük sanırım herkesi kendim gibi değerlendirmek ve bunun üzerinden beklentiler yaratmak. Çünkü hiç kimse ben değil, ben de diğer hiç kimseden herhangi biri değilim. Böbürlenme içermeksizin söylüyorum bunları. Sadece farklılıkların farkında olmak gerekiyor, ben bunu çok geç anladım, bunu belirtmek istiyorum. Birinin yaptığı herhangi bir şeyi, benim yapıp yapamayacağımın bir önemi olmaksızın değerlendirmek gerekiyor sanırım, Ahmet’i bilmek, ne yapabileceğini ya da en fazla nereye kadar idrak edebileceğini kestirmek ve ona göre değerlendirmek lazım sanırım. Asla Ayşe ile kıyaslamadan, hele “Ben böyle bir şeyi asla yapmazdım, bunu nasıl yapabilir?” diye söylenmeden… Çünkü o Ahmet, Ayşe değil, sen değilsin, ben değilim. Ben yapamayabilirim ama Ahmet yapabilir. Hiç de çekinmeden, gocunmadan, umursamadan belki…  O yüzden Ahmet’i bilmek, yapabilecekleri bilmek ve ondan gelebilecek zararları en aza indirgemek için beklentileri olabildiğince yerlere sermek hatta mümkünse en büyük şeyde bile şaşırmayacak kadar hiçleştirmek gerekir. Ne kadar az beklersem o kadar az boşluğa düşerim. Otuz yaşımdayım, bu büyük klişeyle yeni yeni yüzleşiyorum. Klişeleri, söylenmişleri, tecrübeyle sabit sözleri sanki hiç yaşanmamışlar gibi yapıp yeniden deneyimlemeye çabalamak ve boşuna zaman ve emek harcamak aptallığını da bırakmak gerekiyor demek ki. Yazdıkça yenileri geliyor aklıma, tıpkı matruşka gibi, her bir eksiklik bir yenisini daha hatırlatıyor.

Bırakılması gereken bir diğer mesele de iyilik sanırım. Bırak gitsin. Bir saniye bile düşünmeden hem de… “Ne diyor bu geri zekalı?” diye geçirebilir insanlar içlerinden ama gayet ciddiyim. Aslolan kötü olmamak hepsi bu. Yeterli… Eşit… Zararsız ve sorunsuz… İyi olmak, iyilik yapmak için güç harcamamak gerekiyor yani, bunu demeye çalışıyorum. Çünkü ilk örnekteki kova misali, küçülmüş yürekleriyle dolaşan küçük insanların ne yüreklerini ne de zihinlerini iyiliklerle genişletemeyeceğimi, aksine bunun beni yorup daha da kısıtlayan bir şeye dönüştüğünü ve sonunda yine durumun farkında olup üzülen tek kişinin ben olduğumu fark etmek körlüğümden ötürü biraz zaman almış olabilir. Fark ettim. Şimdi zararın bulduğum ilk yerinden dönme zamanı… Kimseye zararım dokunmasın ama kimse de “Ne iyi çocuk” demesin ardımdan. Gölge gibi geçip gideyim insanların arasından, etkisiz, sorunsuz, üzüntüsüz ve yorulmadan. Kendimde iyileştirmem gereken onca yara varken, tüm enerjimi ne olduğunun farkında bile olmayan insanlar için harcıyor olmak ve sonunda daha da yaralanmak aptallık değil de nedir?

Liste uzar gider, belki yeni yeni listeler, ayrı sınıflar, başka başlıklar altında toplanmış yeni bırakılması gerekenler çıkar. Dedim ya matruşka gibi, ya da uzun yıllar kullanılmamış çok eski bir araba gibi, bir yeri tamir etmeye başlarsın ve bir başka yerin de bozuk olduğunu fark edersin ve bir başka yerin ve bir başka yerin daha… Listeyi tamamlamaya çalışmak yerine ilk akla gelenleri uygulamaya koymak en mantıklısı sanırım. Neydi ilk bırakılacak şey? Düşünmek… Kolay gelsin.


14 Aralık 2015 Pazartesi

VARŞOVA

Günler geçer hızla
On altıncısı
Belki on yedincisi
Saymayı unutmuşsundur artık
Birbirinden farkı olmayan gündüzleri

Unuttuğun bir diğer şey de gülmektir
Düşünmeden
Takılmadan
Duraksamadan gülmek
Ağız dolusu
Kocaman bir kahkaha atarak

Gözlerde hüzün
Dillerde özlem
Düşüncelerde yorgunluk
Çaresizlik hakim
Ve daha da can yakanı
En yakınlardaki uzaklık
Görmeyiş
Fark etmeyiş
Ve daha niceleri
Ve beterleri

Nazım'ca her yerde var olan tanrı
Biraz dertleşmek için
Sanırım tam yeri
Tam zamanı

9 Kasım 2015 Pazartesi

YAŞ

Kırışıklarla dolsun yüzüm
Yaşadığım belli olsun
Her dakikası
Dolu dolu

Ne de çok sevmiş onu desinler
Ve hatta
Yazık diye geçirsinler içlerinden
Üzülsünler bir anlık
Sonra unutup uzaklaşsınlar
Sessizce

Kırışıklarla dolsun yüzüm
Kaç yaşında olduğum
Kaç yıldır canımı yaktığın
Belli olsun
Her aynaya bakışımda

Her bir çizgi
Gözüme çarpsın
Her bir çizgi
Seni hatırlatsın
Seni ne çok sevdiğimi
Ve senin
Ne çok yıkarak gittiğini

Ve iyi ki gittiğini

22 Ekim 2015 Perşembe

VAR MISIN

Pamuk'a

Gidersen
Ben ne yaparım derdin
Ya seni bir daha görmezsem

Ağladın
Küstün bir süre

Önce sen gittin
Şimdi barıştık işte
Benimle
Kalbimde
Nereye gidersem gideyim
Seyahat etmeye
Var mısın pamuk?