KREMATORYUM

24 Şubat 2010 Çarşamba

YARATILANA TAPINMAK

İnsanlığın en büyük zaaflarındandır belki de sığınma içgüdüsü…

Her zaman diliminde kendisini koruma altına almak, güvende hissetmek için bir organizasyon kurar insanoğlu. Sığınır gölgesi altına kendi yarattığı şemsiyenin. İlk başlarda aidiyet güzel şeydir, sıcak gelir, özenilesidir. Fakat insanoğlu her zaman yaptığı çiğliği burada da gösterir ve kendi elleriyle şekil verdiği çamuru kendinden üstün, kendinden öte ve dokunulmaz kılmaya başlar. İlk başlarda araç olarak kullandığı organizasyon artık amaç olmuş, ondan çekinilmeye hatta korkulmaya başlanmış ve kişinin özlük haklarından öte, korunması gereken bir kavram haline getirilmiştir.

Günümüz kurum, hukuk, devlet vs kavramları için de aynı durum söz konusudur. Düşünün ki bir üniversite, öğrencinin varlığına muhtaç olan ve oradaki enerjiden beslenen bir kurum iken, öğrencinin üstünde ve öğrencinin uyması gereken kurallar silsilesini yaratmış ve kurallar adı altında baskı kurmayı hak görmeye başlamış bir yer haline gelmiştir. Sanki üniversitenin asıl sahipleri öğrenciler değilmiş de, üniversite aslında öğrencilerden korunması gereken bir kurummuş gibi davranılır olmuştur.

Ve anlayış değiştirilmediği sürece de ev sahibi olan öğrenciler bir grup insanın kadrolanması için ara konak olarak kullanılmaya devam edecek, kendi evlerinde gitmesi dört gözle beklenen misafir konumuna gelecektir.

Gelelim günümüzün en gözde kavramlarından “Hukukun Üstünlüğü”ne.

İktidar – muhalefet, cahil – alim, genç – yaşlı herkesin dilinde bu kavram. Çünkü o kadar jöle bir kavram ki her yana savrulabiliyor ve tertemizmiş, hiçbir yana meyletmemiş gibi ilk halini alabiliyor. Ve ne gariptir ki bir gün bu hukukun ve alt organlarının işlevini yitirdiğini söyleyenler, ertesi gün soluğu yine aynı kavramın eteği altında alıyor. Bir kararı yanlı ve ideolojik olmakla suçlayan iktidar, ertesi gün kendi lehine olan bir durumda hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığından, ona duyulması gereken koşulsuz saygıdan dem vuruyor. Benzer şekilde kendi gibi olanların birer birer etkisiz hale getirildiğini gören muhalefet, hukuku yerden yere vurup; bir kapatma davası olduğunda da hukukun üstünlüğünü hatırlıyor ve herkesi bu konuda sağduyulu davranmaya davet ediyor. Bu sırada da kimsenin aklına hukukun bir arada yaşayan insanlar için var olduğu, insanlar tarafından yaratıldığı ve uygulamaya geçirildiği; eğer kendi halkına zarar vermeye başlamışsa da acilen gözden geçirilmesi gerektiği gelmiyor. Ayrıca bahsedilen 12 Eylül Anayasası’nın başını çektiği sözümona hukuksa, burada nasıl bir üstünlükten ve koşulsuz saygıdan bahsediliyor bunu kimse sorgulamıyor.

Hukukun üstünlüğüne benzer bir durum, yine bir diğer “yaratılmış” olan devlet kavramında görünüyor. Devletin bekası adı altında, devletin oluşturulması için gerek ve yeter koşul olan insanların varlığı görmezden geliniyor. Devlet; oluşturulmuş ve bir süre sonra kuruluş amacından uzaklaşarak kendini oluşturanlara üstünlük taslamaya başlamıştır. Ve insanlar bunu sorgulamak ve değiştirmekten uzak, onun üstünlüğünü, dokunulmazlığını kabullenmiş, ne pahasına olursa olsun sonsuza kadar korunması gereken bir olgu haline getirmiştir. Oysa bilmezler mi ki insanlar, devlet olgusu çok sonraları ortaya çıkmıştır. Ve buradan hareketle, insanların mutsuzluğu pahasına devam eden bir olgunun üstünlüğü nasıl söz konusu olabilir? Ya da önce olgunun kendisini, daha sonra da kurallar silsilesini yaratan bu insanların yaptığının, Haldun TANER’in Keşanlı Ali Destanı’nda şu sözlerle anlattığından farkı nedir?

“İnsanın eski huyu

Kendine hep bir put yapar.

Oldum bittim böyle bu

Kendi yapar, kendi tapar.”

Sonuç olarak, insanın mutluluğu oluşturur mutlu toplumları. Bireyin göz ardı edildiği kavram, olgu, organizasyon her ne olursa olsun kötüdür ve topluma kast etmektedir.

Devlet, benim haklarımı koruması için vardır, haklarımı gasp etmesi için değil;

Asker, polis vs güvenliğimi sağlamak için vardır, bir tarafa ait olmak ve diğer tarafta olanları kırmak için değil;

Üniversite benim sayemde üniversitedir, bana rağmen değil;

Hukuk, söz konusu benim hayatım olduğu için gereklidir, benden çaldıklarıyla çelik çomak oynamak için değil…

Ve daha niceleri…

Ne yazık ki…